YENİ
EMPERYALİZMİN SÖMÜRÜ VE KONTROL ÇARKLARI NASIL İŞLİYOR?
ali
güneş
Yirminci yüzyılın ilk yılları, 1789 Fransız
İhtilalinden itibaren gittikçe yükselen milliyetçilik akımlarına ve sömürge
karşıtı eylemlere sahne oldu. Özellikle sömürülen ülkeler, daha fazla
demokrasi, özgürlük ve insan hakları talebi nedeniyle teker teker
bağımsızlıklarını elde ederek sömürü/kolonizasyon sürecinin çözülmesine katkı
sağladılar. Bu süreç özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra daha da hız kazandı.
Ancak eski sömürgeci güçler, Krishnan Srinivasan'ın da belirttiği gibi “kolonizasyonun
çözümü sürecinde ve sonrasında egemenliklerinin eski sömürgelerinde devam
etmesi taleplerinden asla vazgeçmediler.” Çünkü eski sömürü güçleri, George
Musselman'ın “sömürü” ve “boyun eğdirme” olarak adlandırdığı ve
Madan Sarup'un “kültürel proje” olarak nitelendirdiği eski miraslarını bırakmaya
niyetleri hiç olmadığı gibi bu alanları daha da genişletme gayretleri içine
girdikleri görülmektedir.
Ancak, eskiden sömürge olan ve sözde yeni bağımsız
ülkeler, yeni sömürgecilik olarak bilinen “yeni sömürgecilik” türü
tarafından tuzağa düşürülmüşlerdir. Aslında yeni sömürgecilik, daha önceki
sömürgeciliğin veya emperyalizmin çeşitli şekillerde devamı niteliğindedir. Farklı
olan, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler çağında insanları rahatsız
etmemek ya da ağır eleştirilere maruz kalmamak için sömürgecilik ya da
emperyalizm adının yumuşatılmış olmasıdır. Dolayısıyla eski sömürgeciler, yarım
kalan "sömürü," “boyun eğdirme," “kontrol etme”
ve “kültürel proje” hedeflerine ulaşmak için demokrasi, insan hakları,
özgürlük ve medeniyet gibi yeni ve kulağa isimler-söylemleri kullanmanın
yanında Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB), Dünya Ticaret Örgütü
(WTO), G8 Grubu ve Dünya Ekonomik Formu gibi uluslararası finans kuruluşları
tarafından desteklenen küreselleşme araçlarını kullanmaktadırlar. Bu
değerlerin, isimlerin ve kurumların arkasına sinsice saklanan “yeni emperyalistler,
sömürgeciler ya da küresel emperyal güçler”, dünya çapında çeşitli
şekillerde “kontrol” ve "sömürü" çarklarını devam
ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu sömürü çarklarının işleyişine karşı çıkan kişi/kişiler,
devlet ve kurumlar çeşitli baskılara, yıldırmalara, cinayetlere kurban
gitmişler ve hatta askeri müdahalelere maruz kalmışlardır. Örneğin, 1980
yılında Amerika Birleşik Devleri Başkanı Jimmy Carter, Carter Doktrini olarak da
bilinen kararında, “Körfez Ülkelerinde Amerika’nın milli çıkarlarına herhangi
bir müdahale olursa bunu savunmak için gerekirse askeri güç kullanabileceğini
ifade ediyor.” Buna körfez savaşında ve Irak’ın işgalinde hepimiz şahit olduk.
Şimdi “yeni sömürü çarklarının ve stratejilerinden
çoğumuzun bildiği bazılarını hatırlayarak kısa bahsedelim.
Ekonomik Stratejiler
Yeni sömürü güçlerinin ekonomik stratejileri
arasında daha önce koloni olan ve yeni bağımsızlığı kazanmış ülkelerde
yarım kalan yerüstü ve yeraltı doğal kaynakların sömürülmesi sürecinin
tamamlanması çok büyük önem arz etmektedir. Bu süreç farklı şekillerde
ilerlemektedir. İlk olarak hammaddelerin eski sömürgelerde genellikle çok düşük
fiyatlarla çıkarılmasını sağlayarak daha sonra emperyal ülkede işlenerek çok
daha yüksek bir fiyatla eski sömürge ülkelerine geri satılması şeklindedir. Bu
şekilde emperyal güç fiyat farkından kar ederken, eski sömürge emperyal güce
bağımlı kalmaya devam eder. Eğer bu plan gerçekleşmez ise, yerli işbirlikçi
kişilerle gizli ortaklı şirketler kurdurarak çaktırmadan sömürü çarkını devam
ettirirler. Bu iki durumda da yerli halk, yerüstü ve yeraltı doğal kaynakların
doğal kaynakların kullanımından gelebilecek ekonomik getirilerden yeterince
yararlanamayacaklar, hayat standartları iyileşmeyecek ve daha kolay kontrol
edilebilir duruma geleceklerdir.
Diğer bir ekonomik sömürü stratejisi ise ticaretin
kontrol edilmesidir. Yeni sömürü emperyal güçler, yerli sanayinin ve
ticaret araçlarının gelişmesini ve genişlemesini engelleyerek eski kolonilerin
kendi mallarını ihraç etme kabiliyetini, yeteneğini ve becerisini yok ederek ücret
politikalarını belirlerler. Bunu yaparken, “yerli malların daha pahalıya mal
olacağı, dışarıdan almanın daha ucuz” olacağı algısını destekledikleri ve
fonladıkları bazı idareciler, haber kanalları, gazeteler, sosyal medya ve
yazar-çizer takımı aralığı ile toplum genelinde algı oluştururlar. Böylece,
yerli sanayi ve ticaret araçları gelişmediği için dışa bağımlılık hem artar hem
de kalıcı hale gelir.
Yeni emperyalizmin sömürü çarkının devamı için
kullandığı bir başka strateji ülkeleri borç tuzağına düşürmesidir. Zengin
yerüstü ve yeraltı kaynaklarını tam olarak işletemeyen, kullanamayan ve
ticaretini başkalarının kontrolüne veren ülkeler, belli yatırımlarını
yapabilmek ve ülke içinde dönmesi gereken sıcak para için borç alma olasılığı ile
karşı karşıya kalabilirler. Bu durumda Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya
Bankası (WB) ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi emperyal finans kuruluşları devreye
girerek yüksek faiz oranlarıyla büyük miktarlarda borç para verirler. Eski
koloni ülkeler, yılarca borcunu geri ödemek için didinip dururlar ve bir türlü
belleri doğrulmaz; hatta yeni sömürgeci güçler, borç verdikleri ülkeler
borçlarını geri ödeyemediklerinde ilgili ülkelere emir vermeye ve yaptırımlar
uygulamaya başlarlar, yerüstü ve yeraltı doğal kaynaklar ve altyapı gibi
kilit varlıkların kontrolünü ellerine geçirmeye yönelirler.
Siyasi Stratejiler
Siyasi stratejilerin başında kukla liderler ve hükümetler
gelir. Yeni sömürgeci güçler, eski koloni ülkelerde veya kontrol altına almak
istedikleri ülkelerde kendilerine itaat edecek, sömürü düzeninin devam etmesinin
önünü açacak, yeraltı yerüstü doğal kaynaklarının kullanılmasına göz yumacak
veya peşkeş çekilmesine razı olacak kukla lider ve hükümetlerin işbaşına
gelmelerini gizli veya açıktan desteklerler. Bu amacı gerçekleştirmek için
ilgili lider ve hükümetin partisini fonlarlar, anket şirketlerinin bazılarını
maddi olarak destekleyerek anket sonuçlarını manipüle ederler, bazı sivil toplum
ve medya kuruluşları aracılığı ile kamuoyu ve algı oluştururlar, hileli
seçimler veya askeri darbeler yolunu kullanırlar. Bu tür liderler ve
hükümetler, belli çıkarlar uğruna bulundukları konumun gücünü kendi halkı için
değil de efendileri adına kullanırlar.
Yeni sömürgeci güçler, görünüşte güvenlik sağlamak
amacıyla eski sömürgelerinde sık sık askeri üsler veya karakollar kurarak
bir kontrol mekanizması oluştururlar. Bugün eski emperyal güçlerin belli
ülkelerde ve stratejik noktalarda birçok askeri üstleri ve öncü karakolları bulunmaktadır.
Bunu yaparken gerçek niyetlerini hep saklarlar. Görünür masumane niyetleri,
eski koloni ülkelerinin güvenliğini sağlamaktır. Ancak görünmeyen gizli amaç,
bu ülkelerin varlığının devam etmesini sağlayarak sömürünün devam etmesi, sömürünün
devam etmesine engel olacak bir durum söz konusu olursa içişlerine müdahale veya
askeri darbe girişiminde bulunmaktır. Bu bir nevi maddi-manevi göz dağı vererek
kontrol mekanizmasının sağlanmasıdır.
Kültürel Stratejiler
Yeni sömürgeci güçlerin tercih ettiği diğer
stratejilerden birisi eski sömürgelerini kontrol etmek için kültürel
nüfuzlarını kullanmalarıdır. Bunlarından birisi filmler ve dizler gelmektedir.
Filmler ve diziler aracılığı ile yeni sömürgeci güçler, kendi yaşam tarzlarının,
ananelerinin, örflerinin, dünya görüşlerinin ve inanç sistemlerini daha modern
ve ilerici olduğunu sunarak eski kolonilerde halkın bilinç altında yavaş yavaş benimsemesini,
hayat tarzı haline getirmesini ve kanıksamasını sağlalar. Böylece, yerli halkın
birçoğu kendi kültürel değerlerini, geleneklerini ve inanç sistemlerini küçümsemeye,
hafife almaya, değersiz görerek yabancı kültürleri taklit ederek benimsemeye
başlar. Böylece yerli kültürün direnç noktaları zayıflar, kırılır, önemini
kaybeder, kozmopolit hale gelir ve yabancılaşma başlar. Bu da yeni emperyal
güçlerin istediği şeydir. Çünkü toplum, yaşam ve düşünsel anlamda sömürüye
hazır hale gelir.
Diğer bir kültürel strateji ise “fast-food” (hızlı yiyecek)
alışkanlığının yaygınlaştırılmasıdır. Bu çok basit gibi görülse de özellikle
Amerikan merkezli Coca Cola, Pepsi Cola, McDonald, Starbucks ve Kentucky Fried
Chicken gibi “fast-food” (hızlı
yiyecek) ticari yiyecek zincirlerinin gelişmekte olan ülkeler ve eski
koloni ülkeler yaygınlaşması sonucu ciddi bir kültürel değişim yaşanır. Birincisi,
yerel mutfak kültürü, ailenin beraber yemek yeme alışkanlığı ve damak tadı
değişikliği olabilir. İkinci olarak, ciddi sağlık sorunlarının yanı sıra, tüketim
kültürü hız kazanarak yerelden uluslararası emperyal ülkelerdeki firmalara
ciddi bir kaynak akışı gerçekleşerek o firmaların zenginleşmesi sağlanır. Son
olarak, globalleşme ve ile beraber bu tür yiyecek zincirleri aracılığı ile tek
boyutlu popüler McDonald kültürünün Batı dışında kalan ülkelerde hâkim olması,
bu da yerel kültürleri ve diğer kültürel zenginlikleri bastırarak onları yok
olma riski ile karşı karşıya bırakır. Bu da yeni emperyalizmin işine gelmektedir.
Diğer kültür strateji ise dildir. Dil sadece bir iletişim aracı değildir; aynı
zamanda bir kimlik, bir kültürel hazine, bir edebiyattır; dil anılarımızdır,
hikayelerimizdir, aşkımız, sevdamız, hüznümüz, sevincimizdir… Onunla yaşarız,
onunla kültürel mirasımızı gelecek nesillere aktararak yaşartırız. Onun için,
İngilizler Hindistan’a ticaret için gittiklerinde ilk önce kendi kolonisini
kurmuş, okullar açmış ve bu okullarda İngilizcenin eğitim dili kullanılmasını zorunlu
hale getirmiştir. Bu eğitimin amacını da İngiltere’nin bir süre Hindistan’da
görev yapan tarihçi, politikacı, Batı Avrupa kültürünün üstünlüğünü ve
sosyopolitik ilerlemeye katkı sağlayacağının kaçınılmaz olduğunu savunan Thomas
Babington Macaulay şöyle
açıklar: “eğitim amacı, yönettiğimiz milyonlarla aramızda tercüman
olabilecek bir sınıf oluşturmaktı; kan ve renk bakımından Hintli, ama zevk,
fikir, ahlak ve entelektüel bakımından İngiliz olan bir sınıf.’” Buradaki
sınıf, İngilizceyi çok iyi konuşan ve İngiliz okul/okullarında eğitim almış kişileri
temsil etmektedir. “Bir lisan bir insandır” kültüründen gelen, İngilizce
öğrenmiş, İngiliz edebiyatı çalışmış/çalışmaya devam eden, bu alanda akademik
çalışmalar yapmış/hale yapmaya çalışan ve başka yazılar yazmış birisi olarak yabancı
dil öğrenmeye, özellikle de İngilizce öğrenmeye asla karşı değilim. İyi ki de
öğrenmişim diyorum. Herhangi bir yabancı dili öğrenen birisi, mutlaka o dilin anlayışından,
kültüründen etkilenir ve bir takım yeni şeyler mutlaka alır. Dil canlı bir araç
olduğundan bu kaçınılmaz bir durumdur diye düşünüyorum. Ancak bir yabancı dili öğrenenler,
kendi kültür ve değerlerini iyi bilirlerse, dil öğrenmeyi bir zenginlik olarak
görürlerse, farklı kültür ve bakış açılarını anlamaya çalışırlarsa, bilgi ve
tecrübe paylaşımı için bir aracı olarak görürlerse bunun çok iyi olacağını
düşünüyorum. Kısaca demek istediğim şudur: herhangi bir yabancı dilin zorlama
yoluyla ve emperyalist bir amaç doğrultusunda öğretilmesi, bunun kişinin
anadilinin ve kültürünün asimile olmasına sebep olmamasıdır.
Özetle yukarı da anlatmaya çalıştığım “yeni
sömürgecilik” stratejilerine mutlaka eklenecekler olabilir. “Yeni emperyalist
güçler”, bu stratejileri genellikle eski kolonileri üzerindeki ekonomik, siyasi
ve kültürel hakimiyetlerini sürdürürken, eski kolonilerin hareket
kabiliyetlerini ve yeteneklerini yok etmek, bağımsızlıklarını bastırıp böylece
eski sömürü düzeninin devam etmesi üzerine tasarlanmışlardır. Ayrıca bu
stratejiler, yeni emperyal güçler tarafından alan genişlemesine gidilerek eski
koloni ülkelerin yanında başka gelişmekte ülkelerde de uygulanmaktadır.
Kalın sağlıcakla…
Comments
Post a Comment