Srebrenitsa
Katliamı ve Batı'nın İkiyüzlülüğü
ali güneş
11 Temmuz 1995'te 8.300’den fazla
Boşnak Müslümanların maruz kaldığı Srebrenitsa Potoçari Şehitliğini ve soykırım
müzesini üç kez ziyaret ettim.
Anaların, eşlerin ve evlatların
acısını, göz yaşını ve çaresizliklerini görüyorsunuz gözlerine, bakışlarında,
konuşmalarında…
Acıyı çekenlerin, göz yaşı dökenlerin, yalnız
kaldıklarında, yataklarına girdiklerinde neler hissettiklerini, düşündüklerini hayal
ediyorsunuz bir an…
Acıları paylaşmak, hafifletmek
istiyorsunuz…
Ama ne çare, acıyı çeken başkası
olunca, bize söylemesi kolay geliyor…
Ateş düştüğü yeri yakıyor…
Ruhlar acıyor…
Ne olmuştu?
11 Temmuz
1995'teki Srebrenitsa katliamı, Bosnalı Sırp güçlerinin General Ratko Mladić
komutası altında 8.300'den fazla Boşnak (Boşnak Müslüman) erkek ve çocuğu
sistematik olarak infaz edilmesi, modern (!) Avrupa tarihinin ikinci dünya
savaşından sonra en karanlık dönemlerinden biri olarak durmaktadır. Bu trajedi,
maalesef gittikçe samimiyetini ve güvenirliğini yitiren Birleşmiş Milletler (BM)
tarafından ilan edilen ve Hollandalı barış gücü ve uluslararası toplumun
koruması altında olduğu varsayılan bir “güvenli bölgede” yaşanmıştır.
Ancak, yaklaşan soykırıma dair açık uyarılara rağmen, bugün Gazze’de olduğu
gibi Batılı güçler kararlı bir şekilde harekete geçememiş ve kitlesel
vahşetlere karşı jeopolitik tepkileri tanımlamaya devam eden bir ikiyüzlülük
örüntüsünü ortaya koymuşlardır.
Bugün olduğu
gibi, Birleşmiş Milletler ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve
Birleşik Krallık olmak üzere kilit Batılı ülkeler, yalan açıklamaları ve sahte iddialarıyla
Bosna’daki sivilleri koruma sözü vermişlerdi. Srebrenitsa gibi “güvenli
bölgeler” yaratmanın bu kararlılığın bir göstergesi olması gerekiyordu.
Ancak, Slobodan Milošević ve Batılı devletler tarafından desteklenen Bosnalı
Sırp güçleri Boşnak Müslümanlara saldırıya geçtiğinde uluslararası toplumun
tepkisizliği, kayıtsızlığı ve korkaklığı gün yüzüne çıkarak katliamın
gerçekleşmesini kaçınılmaz kılmıştır.
Srebrenitsa'da
konuşlu Hollandalı BM barış gücü askerleri (Dutchbat) yetersiz donanıma sahip
olmalarının yanında sayıca da yetersizdiler. Daha da kötüsü, Hollanda askeri üstleri,
üst düzey komutanlar ve Batılı liderler tarafından kaderine terk edilmişlerdir.
Sırp ilerleyişini durdurmak için NATO hava saldırısı talepleri, birçok savaş
suçu kanıtlarına rağmen ertelenmiş veya reddedilmiştir. Mogadişu benzeri bir
felaketten endişe duyan Clinton yönetimi, katliam başlayana kadar doğrudan
müdahaleden kaçınmıştır. Bu eylemsizlik yalnızca bir politika başarısızlığını
değil, aynı zamanda Batı’nın insan hakları, uluslararası hukuk ve adalet gibi söylemlerinin
içerik olarak ne kadar boş ve sahte olduğunu ortaya koyarak Batı’nın ahlaki bir
ihanet ve ikiyüzlülük içinde olduğunu tescillemiştir.
Batı’nın
ikiyüzlülüğünü, Srebrenitsa’ya verilen tepkiyi bugün tanık olduğumuz diğer benzer
çatışmalarla karşılaştırdığımızda daha da iyi görmekteyiz. Avrupa’da bir
soykırımı durdurmakta tereddüt eden aynı güçler, çıkarlarına uygun olduğunda
başka yerlere müdahale etmekten çekinmemektedirler. Örneğin, NATO’nun 1999’da
Kosova nedeniyle Sırbistan’ı bombalaması (bu durum, etnik temizliği durdurması
gerekçesiyle haklı gösterilmiş olsa da), Bosna’ya verilen ılımlı ve gecikmiş tepkiden
çok daha acil bir şekilde gerçekleştirildi. Bu tutarsızlık, Batı müdahalesinin
ahlaki zorunluluklardan değil, stratejik hesaplardan ve açgözlü çıkar
hesaplarından kaynaklandığını açıkça göstermektedir.
Dahası,
katliam sonrası adalet süreci çifte standartları daha da açığa çıkardı. Eski
Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY), Mladić ve Radovan Karadžić'i
soykırımdan mahkûm ederken, eylemsizlikle katliamı mümkün kılan birçok üst
düzey Batılı yetkili hiçbir hesap verme yükümlülüğüyle karşı karşıya kalmadı.
Hollanda hükümeti daha sonra bir Hollanda mahkemesi tarafından kısmen sorumlu
bulundu, ancak katliamı engelleme gücüne sahip olan ancak bunu tercih etmeyen
ABD, İngiltere veya Fransa liderleri için benzer bir hesaplaşma yaşanmadı.
Srebrenitsa katliamı, dünyanın soykırıma verdiği tepkide bir dönüm noktası
olmalıydı. Aksine, Batılı güçlerin insani söylemi manipüle ederken,
çıkarlarıyla çeliştiğinde anlamlı eylemlerden nasıl kaçındıklarının bir başka örneği
haline geldi. Aynı örüntü, Ruanda, Suriye ve şimdi de Gazze'de tekrarlanmaktadır.
Maalesef ne acıdır ki tepkiyi ve müdahaleyi ne insan hakları ne de uluslararası
hukuk ve adalet belirliyor; aksine siyasi ve ekonomik çıkarlar ön plana çıkıyor.
Batı’nın
Srebrenitsa’daki başarısızlığı yalnızca askeri veya diplomatik bir başarısızlık
değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküşün ve ikiyüzlülüğün göstergesidir. Katliam,
jeopolitik çıkarlar, adalet, insan hakları ve uluslararası hukukun önüne
geçtiğinde insan hayatlarının ne kadar ucuz olduğu, kolayca feda edilebileceği
açık bir şekilde görülmektedir. Batılı güçler bu tür trajedilerdeki suç
ortaklıklarıyla yüzleşene kadar, insan hakları, adalet, uluslararası hukuk ve
adil yargılanma iddiaları boş sözlerden öteye gitmeyecektir.
Gitmiyor da…
Kimse artık bu
sözlere inanmıyor da…
Bu bağlamda Srebrenitsa
katliamı yalnızca Bosnalı Sırp güçleri tarafından işlenen bir suç değildir; onu
engelleme imkânına sahip olan ancak iradesi olmayan veya iradesini ciddi bir
şekilde ortaya koymak istemeyen Batılı güçlerin kayıtsızlığı ve ikiyüzlülüğü
sayesinde işlenmiş bir suçtur. Aslında adaletin belli insanlara göre seçici bir
şekilde uygulanması, gecikmiş ve isteksiz müdahaleler ve katliam yapanların hesap
vermemesi üzücü bir gerçeği de ortaya koymaktadır: Batı için bazı hayatlar, bazı
hayatlardan daha önemsizdir. Bu ikiyüzlülük giderilmediği sürece, insan
hayatı evrensel hukuk ve insan hakları çerçevesinden anlamını yeniden ihya
etmediği sürece katliamlar devam edecektir.
Comments
Post a Comment