Dünya
Gerçekten Medeni Mi? Yoksa Bir İllüzyon Mu Yaşıyoruz? Barbarlık Belli Kisvelere
Bürünerek Aynen Devam mı Ediyor?
ali güneş
gunesali1@gmail.com
Herkes tutturmuş bir medeniyetten…
Bilen de bilmeyen de konuşup
duruyor…
Yaşlısından gencine her kesin
ağzında…
“Sen hiç medeni değilsin…”
“Yok ben senden daha medeniyim…”
“Avrupa daha medeni…”
“Afrika ve Asya medeni
değil…Onlar barbar…”
Sonuç, senin medeniyetin, benim
medeniyetim…
Herkesin kendi bakış açısı, kendi
dünya görüşü, kendi duruşuna göre bir medeniyet anlayışı ve algısı…
Bu nedenle “Medeniyet”
karmaşık bir terim...
Kime göre medeniyet
“birçok topluluğu kapsayan organize bir kültür…”
Kimine göre, “karmaşık
yasal, politik ve dini örgütler…”
Kimine göre, “vahşi
yaşamın kabalığından, barbarlığından arınmış, sanatta ve öğrenimde gelişmiş
olma durumu…”
Kime göre ise
medeniyet, “ilerlemeyi, aydınlanmayı ve insan onurunun ilkel kaba kuvvete karşı
zaferini çağrıştırır…”
Ancak, günümüz
dünyası onca ilerlemeye, inanılması güç teknolojik gelişme, sayısını bile
hatırlayamadığımız okullar ve üniversitelere, kütüphaneler dolusu kitaplara,
sayısız bilim insanlarına rağmen gerçekten medenileşti mi?
Yoksa
barbarlık ve ilkellik sözde “medeniyet” kisvesi altında hala varlığını devam mı
ettiriyor?
Benim cevabım
dünyanın henüz medenileşemediği…
Medenileşme
durumunda bugün hala devam eden görünür ve görünmeyen ilkellikler, barbarlıklar,
zorbalıklar ve sömürünün zemin bulamayacaktır…
Bu konuyu
biraz açmam gerekiyor…
Savaş,
etnik temizlik, soykırım, yoksulluk ve sömürüyle dolu günümüz dünyasının
durumunu incelediğimizde, gerçek medeniyetin hâlâ gerçekleşmemiş bir ideal
olduğu acı bir şekilde görülmektedir. Teknolojik gelişmelere, internet çağının
dünyayı birleştirmesine, kütüphaneler dolusu kitaplar ve tezler yazılmasına,
uluslararası hukuk ve küresel bağlantılara rağmen, insanlık büyük ölçekte
şiddeti, baskıyı, sistematik zulmü sürdürmeye, sömürüye, adaletsizliğe,
üstünler hukukunu uygulamaya, zayıf olanı ezmeye, para kazanmak için ağır silah
(nükleer, atom, kimyasal ve biyolojik) üretmeye devam ediliyor.
Savaşlar,
sürekli yıkım ve masum insanların hayatını alan ölüm makinesi olmaya devam
ediyor…
Bu manada savaş,
modern medeniyetin en bariz çelişkilerinden birisi olarak öne çıkıyor.
Milyonlarca insan açlıktan ölürken, devletler silah sanayisine, silahlar
üretimine ve güvenlik giderleri için her yıl trilyonlarca dolar harcıyorlar. Dolaysıyla,
Ukrayna, Yemen, Sudan ve Filistin’deki savaşlar, gücün, aç gözlülüğün ve
sömürünün kan dökülerek, masun insanların hayatları üzerinden sürdürülen ve
sürekli tekrarlanan bir düzenin, mekanizmanın bir parçası olarak devam
etmektedir. Silah üreticileri ve tüccarlar, resmi veya gayri-resmi kanallarla sıradan
masum insanlar acı çekerken her iki tarafa da silah satarak çatışmalardan besleniyor,
hatta savaşların devam etmesi için perde arkasında canla başla çalışıyorlar. Ne
hazindir ki, savaşları önlemek için kurulan Birleşmiş Milletler, güçlü ülkelerin
silahlardan elde ettiği kazançları korumak için çıkan savaşları durdurma
yönündeki kararları reddederken çoğu zaman çaresiz kalmaktadır. Medeniyet, vahşetin
reddi anlamına geliyorsa ve savaş hâlâ siyasetin ve silah sanayisinden beslenen
tüccarların tercih ettiği bir araç olarak devam ediyorsa nasıl medeni
olduğumuzu iddia edebiliriz?
Ayrıca…
21. yüz
yılda insanlar hala etnik kimlikleri ve inançlarından dolayı soykırıma maruz
kalıyorlar…
Ve bu insanlığın
bir yüz karası olarak devam ediyor…
20. yüzyılın
sonlarında Ruanda, Bosna ve Kamboçya’da yaşanan soykırıma tanıklık ettik.
21. yüzyılda
ise Myanmar'daki Rohingyalar katledildi, Çin’deki Uygurlar hapse atıldı ve
Etiyopya’daki Tigrayalılar açlıktan öldü. Şu an İsrail’in Filistinlilere karşı uyguladığı
soykırıma bütün dünya şahitlik ediyoruz.
Etnik
temizlik geçmişin bir kalıntısı değil, günümüzün bir gerçeğidir.
Hükümetler ve ordular, milliyetçilik, din veya güvenlik durumlarını gerekçe
göstererek sahte propaganda görüntüsü altında yok etmeyi, kontrol altına almayı
ve sömürmek istedikleri bazı toplulukları provoke insanlıktan çıkarıyorlar. Uluslararası
toplum ve Birleşmiş Milletler, genellikle boş ve hamasi kınamalarda öteye gitmeyerek
güya sorun istemediklerini, çatışmaların diploması ve diyalog yolu ile çözülmesi
gerektiğini sürekli söyleyip durarak göz boyuyorlar. Bugüne kadar çözdükleri
pek bir sorunda görmedim, aksine sorunları çıkarıp çözmeye çalışıyoruz havası
veriyorlar. Medeni bir dünyada soykırım kime karşı olursa olsun müsamaha gösterilmemelidir
diyoruz, ama soykırım devam ediyor.
Yoksulluk,
bir veba gibi hala kol geziyor…
Eşi benzeri
görülmemiş bir zenginliğin hüküm sürdüğü bir dünyada milyarlarca insan tam bir
yoksulluk içinde yaşıyor. Dünyanın en zengin %1, yeryüzünün kaynaklarının
neredeyse yarısını ceplerine indirirken, çocuklar yatağa aç giriyor veya yetersiz
beslenmeden dolayı ölüyorlar. “Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul/Bu
taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa/Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!”
Kapitalizm, en acımasız haliyle, Kuzey’de lüksü sürdürmek için Küresel Güney’deki
ucuz iş gücünü sömürüyor. Çok uluslu şirketler, yoksul ülkelerin kaynaklarını,
yeraltı zenginliklerini tüketerek geride çevresel yıkım ve ekonomik bağımlılık
ve sefalet bırakıyorlar. Yoksulluk bir tesadüf veya kader değildir; aksine açgözlülüğün
ve sistematik sömürünün doğal bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Gerçekten
medeni bir dünyada hiç kimse yatağına aç girmemeliydi, çocuklar açlıktan ölmemeliydi.
Ama olmadı, sağlanamadı…
Çünkü
sömürü, modern kapitalist ekonomik sistemin motorunu oluşturmaktadır.
Sömür,
sömür, sömür…
Bitmiyor…
Sömürü, kötü
çalışma koşullarından, düşük ücretten, emeğin sömürülmesinden, uzun çalışma
saatlerinden modern köleliğe kadar küresel ekonomiyi beslemektedir. Afganistan,
Bangladeş, Kongo ve Amazonlar gibi ülkelerdeki ucuz işçiler, zengin ülkelerdeki
tüketicilerin ucuz malların tadını çıkarabilmesi ve lüks içinde yaşayabilmesi için
insanlık dışı koşullara katlanıyorlar. Göçmenler kaçırılıyor, yerlilerin
topraklarına el konuyor, kadınlar bazı ülkelerde seks kölesi veya hiçbir hak ve
koruma olmadan çalışmaya zorlanıyorlar. Eşitsizlik ve sömürü üzerine kurulu Kapitalist
sistem, insanlara onurlu ve eşit bireyler olarak değil, harcanabilir ve
kullanılabilir metalar olarak bakıyor. Eğer medeniyet adalet demekse, hakça
bölüşüm demekse, onurlu yaşam demekse mevcut ekonomik sistemler özü itibariyle medeni
olmaktan çok uzaktadırlar…
Bu ve
buna benzer sorunları çoğaltabiliriz…
Sonuç olarak medeniyet
ve ilerleme söylemleri, bu günkü durumu itibariyle bir efsaneden, bir yanılsamadan
başka bir şey değildir…
Bugünün
dünyası medeniyetsizdir; barbarlığın geliştirilmiş ve çok güzel maskelenmiş
halidir. Savaşlar gittikçe şiddetleniyor, soykırımların sayısı artıyor, azınlıklar
sürekli yok edilmekle karşı karşıya kalıyor, yoksullar açlığa ve ölüme terk
ediliyor, işçiler kâr çarklarını kontrol eden çıkar gurupları tarafından eziliyor
ve sömürülüyor, insanlar inançları nedeniyle aşağılanıyor, horlanıyor ve
dışlanıyor, üstünlerin hukuku dünyada hüküm sürüyor, eşitlik ve adalet ilkeleri
ayaklar altında, kayırmacılık ve nepotizm hayatın temel ileri arasında girmiş…
Hala
medeniyiz…
Adaleti,
eşitliği, şefkati ve insan onurunu öncelikli bir konuma getirmediğimiz sürece medeni
olduğumuzu iddia edemeyiz. Gerçek medeniyet teknolojik başarılarla ve güçle değil,
aramızdaki en zayıflara nasıl davrandığımızla, kimsesizlere ve düşkünlere nasıl
dokunduğumuzla, yoksulluğun ve sömürünün ortadan kaldırılması cabamızla, empati
kurmamızla, sosyal dayanışmamızla, ötekileştirmemizle, soframızı paylaşmamızla ölçülür.
Bu
standartlarda başarısız olduk dünya olarak diye düşünüyorum...
Medeniyete
giden yol sadece inovasyon ve teknoloji değil, aynı zamanda değerlerimizde de
köklü bir dönüşümü gerektirir: şiddetin, baskının ve sömürünün her türlüsünü reddeden
bir dönüşüm.
O zamana kadar
“medeni” olduğumuz iddiası bir yanılgıdan ibarettir, hamasetten öteye gidemez…
Comments
Post a Comment